Yazarlar: Recep Temel & Türker Göksel
Her şeyi satılabilirliği üzerinden kıymetlendiren – hakikatte kıymetsizleştiren – Kapitalizmin geldiği son noktalardan birisi şehri âdeta bir meta gibi pazarlamaktır. Öznesi daha çok kazanç olan bu zihniyetin izdüşümü maddî bakımdan daha çok katma değer üretmeye matuf bir şehircilik anlayışıdır. Emsalleriyle mukayese edildiğinde daha çok yerli ve yabancının iltifat ederek ekonomisine katkı ürettiği “Marka Şehir” olgusudur. Benzer bile olsa ürünler arasındaki farkı tüketici/ler nezdinde tercih edilebilir hale getirme faaliyetleri olan pazarlama ilmi, şehre de bu gözle bakar. Bu zaviyeden şehir, kendisine rağbet edenlerin toplamda ortaya koydukları katma değerden ibarettir. Küreselleşmenin, modern şehircilik diye dayattığı bu yaklaşıma rağmen Doğu toplumlarında şehir ve şehir ahlâkının muhteviyatı farklıdır. Bu farklılığın kaynağı hiç şüphesiz ki ait olunan medeniyettir. İnsan ve medeniyet ilişkisi şehir düzleminde ele alındığında görülecek olan, bu ilişkinin şehrin fizyonomisinde, siyasî, sosyo-ekonomik, dinî, kültürel, sportif vb. münasebetlerde ete kemiğe büründüğüdür. Bu keyfiyet derinliğinin şehri cazip hale getirmesi, pazarlanabilir bir meta olarak sarıp-sarmalanarak tüketicilere sunulmasından çok farklı bir haldir. Bu halin neticesi kabilinden keyfiyetin şehre sağladığı katma değerle, pazarlama teknikleriyle ambalajlanmış bir şehrin katma değeri aynı kefede değerlendirilemez.
Bu çalışmada İslam toplumlarında şehir ahlâkının ve değerler üzerinden şehrin markalaştırılmasının, Batı toplumlarından farklı olduğu/olması gerektiği üzerinde durulacaktır. Farklılık, medeniyet kodlarının kavramlara yüklediği anlamlar üzerinden değerlendirilecektir. Nihayetinde şehri cazip kılacak ahlâkî standartların neler olduğu, kimler tarafından belirlenecekleri ve de bunların tatbikatında şehir bürokrasisinin nasıl vaziyet alması gerektiği hususunda tavsiyelerde bulunulacaktır.
AHLÂK, ŞEHİR VE MARKA KAVRAMLARI
Ahlâk, şehir ve marka kavramlarının münasebetinden doğmuş olan “Şehir Ahlâkı” ve “Marka Şehir” gibi olgular izaha muhtaçtır. Bu olguları anlamak/anlamlandırmak için de evleviyetle kavramların izahına ihtiyaç vardır.
Ahlâk Kavramı
Türk Dil Kurumu, ahlâk kelimesine iki anlam vermektedir: İlki “bir toplumda kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kurallar” ikincisi ise “huylar” şeklindedir (Türk Dil Kurumu,2018). Diğer taraftan Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yayımlanan İslam İlmihâli’nde ahlâk, “insanın ruhunda yerleşen meleke ve alışkanlıklar” olarak tanımlanmıştır (Şentürk, Yazıcı,2012:485). İmam Gazali’den esinlenildiği belirtilen bu tanımın orijinalinde ahlâkın, “fiillerin, insan nefsinde yerleşen bir meleke sayesinde hiçbir fikri zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan, kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkması” olduğu vurgulanmıştır (Çağırıcı,1991:16).
Ahlâk kelimesinin Latincede karşılığı “moral”, Grekçede ise “ethos”dur. Paralel bir etimolojiye sahip olan bu iki kelimenin “âdet, alışkanlık, karakter” gibi anlamlar taşıdığı belirtilmektedir. Etimolojik paralelliğe ve anlamca yakınlığa rağmen gerek moral gerekse de ethos/etik kelimelerinin farklı anlamlarda kullanılma alışkanlığı vardır (Torlak, 2001:74-75). Öyle ki daha çok ahlâkın karşılığı olarak kullanılan moral, fiillerimiz, davranışlarımız olarak tanımlanırken; ethos/etik ise daha çok fiillerimizin, davranışlarımızın iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış olup olmadığı hususunda ortaya konan düşünme faaliyeti/ahlâk felsefesi olarak değerlendirilmektedir. i
Batıda Sosyoloji biliminin kurucusu sayılan Durkheim’e göre ahlâk fertlere emreden, onları şu veya bu tarzda hareket etmeye zorlayan, şahsî temayüllerine bir sınır çizen ve daha ileri gitmelerine engel olan kurallar bütünüdür (Durkheim,1986:11). Bauman’a göre ise insanın duygu, düşünce ve eylemlerinin doğru veya yanlış arasındaki ayrımla ilişkili yönüdür (Bauman,1998:13).
Ahlâk kurallarının kaynağına dair üç temel önerme ileri sürülmektedir. Bunlardan ilki, insanın yaradılışını (ontolojisini) vahye dayandıran, dinlerdir. Vahiy ve vahyi tebliğle memur peygamberlerin örnekliği insan davranışlarının nitelenmesinde ölçü olarak kabul edilir. İkinci önerme “akıl” olgusunu merkeze alan ve filozoflarca geliştirilen felsefi doktrinlerdir (Descartes, Kant gibi). Son önerme ise insan davranışlarını toplum merkezli sosyolojik ve antropolojik çalışmaların (Durkheim, Comte gibi) ışığında temellendiren anlayıştır (Öztürk,2006:103). Farklı kökenlerine rağmen bu anlayışların ortak gayesi, insan davranışlarının iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış şeklinde nitelenmesidir. Ancak bu takdirde bir insan, davranışına izafeten güzel veya kötü ahlâklı olarak sıfatlandırılabilir. Bu açıklamaların ışığında ahlâk, daha kapsayıcı mahiyette, öznesinde insan ve davranışlarının olduğu; yaratılış kaynaklı özellikleriyle kendisine, diğer insanlara ve topluma “iyi” ve “kötü” çerçevesinde yön verdiği; eğitimle kazanılabilen tutum ve davranışlar manzumesi olarak tanımlanabilir (Torlak, Ünder, Şeker, Çiftçioğlu, Sabuncuoğlu, Koç, 2013:5).
Şehir Kavramı
Şehir genellikle tarımsal faaliyetlerin yapılmadığı, nüfusunun çoğunun ticaret, sanayi, hizmet veya yönetimle ilgili işlerle uğraştığı yerleşim alanıdır (TDK,2018). Günlük kullanımda kent kelimesi de şehir kelimesinin yerine kullanılmaktadır.[ii] Esasında kent kelimesi 20.yüzyıla kadar köy anlamında kullanılmıştır. Yakın zamanlarda uğradığı değişim dolayısıyla Almancada küçük şehir anlamına gelen “kleinstadt” kelimesinin karşılığı olarak nüfusu 5.000 ila 20.000 arasında değişen yerlerin isimlendirilmesinde kullanılmıştır (Gültekin,2014:16).[iii] Bu anlam değişikliyle beraber bugün kent denildiğinde tıpkı yukarıda şehir kelimesinin anlamında olduğu gibi “Tarıma dayalı üretimin oldukça sınırlı olduğu, ağırlıklı olarak uzmanlık gerektiren mesleklerin icra edildiği; anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile yapısıyla eğitim, öğretim ve kültürel faaliyetlerin yaygın olduğu yerleşim birimleri” anlaşılmaktadır (Adıgüzel, Sönmez,2013:285).
Şehir ya da kent kavramları her ne kadar aynı anlamlarda kullanılıyor olsalar bile sınırları içerisinde yaşayanların değerlerinden soyutlanamazlar. Nitekim Latin dillerinde “city, civitas” kökenli “civilization/ uygarlık” kavramları ile Arapça “medine” kökenli “medenî” ve “medeniyet” kavramları benzer manalarda (Keleş,2005:10) kullanılsalar dahi farklı değerleri tazammun ederler. Bu farklılıkların sebeplerini, Doğu toplumlarında şehir hayatının İslamiyet merkezli şekillenmesinde, Batı toplumlarında ise özellikle de Rönesans ve Reform sonrası aydınlanmacı yaklaşımın kurumsallaşan rasyonel tutum ve davranışlarında aramak gerekir.[iv]
Weber, Batı ve Doğu toplumlarında kentin/şehrin farklı anlayışlar üzerine şekillenişini bu yapıların kendilerine özgün niteliklerine bağlar.[v] Weber’e göre “Batı’da değişik etkenlerce beslenen bir süreçte büyü bozumu gerçekleşirken ve rasyonelleşme sağlanırken, aksi istikametteki gelişmeler yüzünden Doğu’da büyülü dünya görüşü devam etmiş, rasyonelleşme gerçekleşmemiştir (Sunar,2011:439).” Weber’in yanı sıra Durkheim ve Marks gibi sosyolog ve sosyal bilimciler de şehirlerin oluşumunu etkileyen toplumsal değişmeleri işbölümü, sınıf çatışması ve rasyonel düşüncenin gelişimi ile açıklamaya çalışmışlardır (Açıkgöz,2007:62). Bu unsurların, Doğu toplumlarının ve pek tabii şehirlerinin içtimai yapılarında – en azından 20.yüzyılın ortasına kadar – tesirlerinin yüksek olduğunu söylemek mümkün değildir.
Doğuda şehirlerin her manada inşasının ve inkişafının kaynağı Batıda olduğu üzere rasyonellik ve iktisadî ilişkilerin (üretim ilişkileri, sınıf çatışması) takip ettiği seyir değildir. Mumford’a göre insanlığın en büyük keşiflerinden olan şehir, kralın dinsel güçleri bünyesinde toplamasıyla oluşmaya başlayan, ilk örneklerinde ekonomi kadar dinî kaygıların da hâkim olduğu bir yapıdır (Mumford’dan nakleden Taşçı,2014:55). Ökten de bu minvalde şehri bir medeniyet tasavvurunun hayata geçtiği yer olarak tasvir eder ve şehir olmadan, bir inanç manzumesinin hayata geçemeyeceğini vurgular (Ökten, 2013:146). Bu açıdan İslam toplumlarında şehirlerin oluşumunu İslam’ın kaynakları üzerinden okumak yanlış olmayacaktır. Cansever’in belirttiği üzere İslam tasavvurunda şehir, insanların vücuda getirdikleri, inşa ettikleri, içinde yaşadıkları yapılardan, evlerden, mahallelerden, çalışma yerlerinden, alış-veriş alanlarından, eğitim, kültür ve sağlık yapılarından, bunların gerektirdiği ulaşım vs. altyapı tesislerinden oluşur. Şehirlerin, mahallelerin, evlerin ve insanların dünya ile ilişkisini, yaşama ve davranış biçimini belirleyen çerçeveler olarak şekillendirilmesi ile de bu birimler insanın kendisini ve gelecek nesillerin yaşama biçimini belirleyen inançların tam bir tezahür alanı olmaktadır (Cansever,2013:114). Hatta bir adım ötesinde şehrin, insan ruhunun bir tezahürü olduğu tespitinden hareketle, Müslüman şehrinin Müslüman insanın ruhunun somutlaşması olduğunu söylemek de mümkün olacaktır (Kaplan,2017).
Marka Kavramı
Günümüzde ulusal ve uluslararası düzeyde sayısı milyonlara varan ve çok çeşitli alanlarda üretim yapan işletme mevcuttur. Bu işletmeler birbirlerinden öncelikle isimleriyle (ticari unvan) ayırt edilirler. Ancak her işletmenin ismi bir marka değildir; marka isimden farklı bir değerdir. İngiltere’nin marka planlama gurusu Feldwick’e göre marka, tüketicilerin zihinlerindeki kalıcı ve paylaşılan algılardır. Bu algılar, kuvveti, tutarlılığı ve motive ediciliği nispetinde satın alma kararlarını etkiler ve bir işletmeye de o oranda değer katar (Hollıs,2011:27,32).
Markadan bahsedilebilmesi için bir üretimin (mal veya hizmet), rekabetin geçerli olduğu bir pazarın ve tercih yetisi olan tüketicilerin olması gerekir (Kaypak, 2013:340). Bu meyanda ABD’de marka hakkında farklı tanımlar yapılmıştır. Amerikan Pazarlama Birliği, markayı geleneksel anlamıyla “satılan ürünü diğerlerinden ayıracak şekilde tanımlayan isim, terim, tasarım, sembol gibi özellikler”; güncel anlamıyla da bir dizi görsel ve fikir yardımı ile ortaya konmuş müşteri deneyimi şeklinde tanımlamıştır. Böyle olmakla birlikte ABD’de markanın uluslararası kanunî tanımı bir ürün ya da hizmetin esaslarını doğrulayan ve onu rekabette ayırt edilir kılan işaret veya işaretler topluluğudur (Davıs,2011:39-40).
Markalaşma ise ürünün bilinilirliğini sağlamaya yönelik bir olgudur. Bu amaçla görsel, işitsel ve sanal olmak üzere pek çok basın-yayın grubundan yararlanılır. Bilinilirliği sağlanan ürün yavaş yavaş marka haline (Adıgüzel, Sönmez, 2013:288) getirilir ve pazarda tercih edilirliği arttırılır. Ürünün ve imalatçısının şahsında sağlanan güvenin oluşturduğu sadâkat, tüketiciler nezdinde hem ürüne hem de işletmeye aidiyet/bağlılık geliştirir ki; bu sadâkat işletme kârlılığında en önemli faktördür. Bu durumu teyiden Alman Marka Uzmanı Vogler, güçlü bir markanın pozitif bir algı olduğunu vurgular. Ona göre tercih edilen bir marka olmak malın veya hizmetin satışına ciddi katkı sağlar. Aynı zamanda ürünün tüketiciler nezdindeki net profili ve güzel imajıyla oluş/turul/an güven, işletmenin markalaşmasını sağlar (Vogler,2013). Marka ve markalaşma kârlılığın en önemli unsuru haline geldiğinden artık her şey güçlü markalar inşa etmek etrafında dönmektedir (Brandtner,2003). Neredeyse hayat memat meselesi haline dönüşen markalaşma işletmelerin marka yöneticilerinin görevini zorlaştırmıştır. Bu zorluk marka olmanın/markalaşmanın ve marka değerinin artırılmasının ancak tüketicinin sadâkatinden ve bu sadâkatin sürekliliğinin sağlamasının zorluğundan kaynaklanmaktadır (Temporal,2011:57).
Marka kavramına ait açıklamalar Kapitalist üretim ve ilişki ağının hâkim olduğu Batı toplumlarında öne çıkmıştır. Bir malın ya da hizmetin markalaşmasındaki asıl maksat, tüketiciler nezdinde o mala/hizmete ya da imalatçısına güven/aidiyet oluşturulması üzerinden, emsallerine göre tercih edilirliğini sağlamaktır. Kapitalizmin doğası gereği, azami kârı hedefleyen bir işletmenin ağır rekabet şartlarında bir “marka” üretmesi veya “markalaşması” kolay değildir. Zira mesele sadece bir ürünün tanıtılması/reklam edilmesinden öte üretim öncesini, üretim sürecini ve üretim sonrasını kapsayan ilişkiler bütünüdür. Bu ilişkiler de sahip olunan zihniyetin veya ait olunan medeniyetin tabii neticesidir. Bu netice “Aydınlanma” olarak isimlendirilen ve kutsalı insan ve toplum hayatından dışlayarak yerine rasyonelliği ikame eden bir tasavvurdur. Bugün “Batı Medeniyeti” olarak isimlendirilen bu olgu, “Homoeconomicus” olarak nitelenen insan tipinde ve bu tipin her halükârda kendi menfaatini önceleyen tercihleriyle şekillenen toplumsal ilişkilerin tamamında somutlaşmaktadır.
Küreselleşme olarak isimlendirilen bu durum zamana bağlı olarak Kapitalist kültürün yeryüzünün diğer coğrafyalarında hâkimiyet kurmasına, diğer kültürlerin günlük hayattan tasfiye edilmesine ya da en azından Kapitalizmle uyumlu hale gelmesine sebep olmuştur.
20. yüzyılın son çeyreğiyle birlikte ulaşım ve iletişim teknolojisindeki yenilikler akıl almaz bir hıza ulaşmıştır. Üretim ve tüketim ilişkilerini de şekillendiren bu hızlı değişim, “Homoeconomicus” merkezli davranış kalıplarını Batı coğrafyasının dışına taşırmıştır. Küreselleşme olarak isimlendirilen bu durum zamana bağlı olarak Kapitalist kültürün yeryüzünün diğer coğrafyalarında hâkimiyet kurmasına, diğer kültürlerin günlük hayattan tasfiye edilmesine ya da en azından Kapitalizmle uyumlu hale gelmesine sebep olmuştur. Bu şartlar altında bu çalışmada şehirlerin, ahlâkları üzerinden markalaşmasından maksadın şehri herhangi bir meta gibi pazarlamak olmadığı aşikârdır. Hele ahlâkı bu pazarlama faaliyetinin bir aracı haline indirgemek hiç değildir. Bu durum aslında şehir/kent kavramının Batı ve Doğu toplumlarının farklı mizaçları neticesinde şekillenen anlamıyla uyumlu bir durumdur.
MARKA ŞEHİR VE ŞEHİR AHLÂKI İLİŞKİSİ
Rızzı ve Dıolı, şehir markalaşma stratejilerinin belirlenmesinde en önemli hususun katılımcı yaklaşım olduğunu ileri sürerler ve bu çerçevede kamu/özel sektörün, sivil toplum kuruluşlarının, vatandaş ve gençlerin, kısaca şehirde yaşayan herkesin ortak bir imaj yapılandırmasına katkıda bulunması gerektiğini vurgularlar
Marka, markalaşma ve şehirlerin markalaş/tırıl/ması kavramları yukarıda açıklanmaya çalışıldığı üzere Kapitalist zihniyetin somut çıktılarıdır. Bu zihniyete göre şehir bürokrasisinin, şehirde gerçekleşmesi muhtemel doğrudan ve dolaylı yatırımları artırmak, daha fazla yerli ve yabancı turistin şehre uğramasını sağlamak ve şehir sakinlerinin şehre olan aidiyetini güçlendirmek için planlayıp, uyguladığı tüm marka iletişim stratejileri şehri markalaştıran uygulamalardır (www.b4mind.com,2019). Bu açıklama doğrultusunda Rızzı ve Dıolı, şehir markalaşma stratejilerinin belirlenmesinde en önemli hususun katılımcı yaklaşım olduğunu ileri sürerler ve bu çerçevede kamu/özel sektörün, sivil toplum kuruluşlarının, vatandaş ve gençlerin, kısaca şehirde yaşayan herkesin ortak bir imaj yapılandırmasına katkıda bulunması gerektiğini vurgularlar (Rizzi, 2010:316). Dinnie, Tanaka ve Centono ise paydaşları kategorik anlamda daha net bir şekilde tarif ederler ve bunların şehir yönetimi, şehir halkı, iş dünyası ve turistler şeklinde kategorize edilebileceklerini söylerler (Dinnie, Tanaka, Centono 2010:263). Gerek Rızzı, Dıolı ve gerekse de Dinnie, Tanaka ve Centono aslında bu yaklaşımlarıyla bir şehrin markalaşmasının bütüncül bir yaklaşımla mümkün olabileceğini iddia etmektedirler. Tabii olarak böyle bir bütüncül tavır ancak yukarıda tanımlanan paydaşların geliştirilen strateji doğrultusunda bilinçli tavırlarıyla oluşabilecektir.
Maalesef yerli araştırmacılar da – her ne kadar farklı inanç ve kültür kodlarına sahip olsalar bile – küreselleşmenin tesiriyle şehirlerinin markalaşmasını tıpkı batılı aydınlar gibi anlamışlardır.
Batılı araştırmacılar – marka kavramının tanımlanmasında olduğu gibi – içerisinde kimlik buldukları Kapitalist zihniyetin tezahürü kabilinden şehirlerin markalaşmasını yukarıdaki gibi ifade ederlerken, maalesef yerli araştırmacılar da – her ne kadar farklı inanç ve kültür kodlarına sahip olsalar bile – küreselleşmenin tesiriyle şehirlerinin markalaşmasını tıpkı batılı aydınlar gibi anlamışlardır. Nitekim Ceran’a göre şehrin markalaşması bir ürünün veya hizmetin markalaştırılması sürecinden farklı değildir. Diğer ürünlerden farkı daha geniş perspektifli olması ve her kesimin temsil edildiği (merkezi ve yerel yönetimler, özel sektör ve STK kuruluşları) uzun soluklu bir süreç olmasıdır (Ceran,2013:539). Altunbaş’a göre ise şehrin markalaşması ve pazarlama stratejisi, bir ürünün veya hizmetin markalaşmasından ve bu amaçla yapılan pazarlama faaliyetinden çok daha karışık bir iştir. Nedeni de karar vericilerin ve hedef pazarın çokluğu ve karışıklığıdır. Dolayısıyla markalaşma sürecinde avantaj elde etmek isteyen bir şehrin, sürdürülebilir bir stratejisinin olması gerekmektedir (Altunbaş, 2007:162). Tek’e göre ise şehrin markalaşması için sadece tanıtım yapmak ve bu suretle başarılı olmak mümkün değildir. Tanıtımın yanında şehrin tıpkı bir ürün gibi hedef kitlesine ve dünyada ortaya çıkan değişimlere göre şekillendirilmesi, geliştirilmesi, emsallerine göre niteliğinin yükseltilmesi, üretilen hizmetlerin fiyatlandırılmasında tercih edilebilir olması da son derece önemlidir (Tek,2009:169).
Zira ahlâk merkezli yapılanan kurumları ve sosyal ilişkileri üzerinden cezbeden bir şehir, başta sakinleri olmak üzere irtibatlısı olan herkese maddî kazançların ötesinde manevî katma değer de sağlayacaktır.
Bu çalışmada vurgulanmak istenen ise şehrin markalaşmasının sırf ticari getiriler üzerinden değerlendirilmesinin yerinde olmayacağı yaklaşımıdır. Zira böyle bir yaklaşım şehirlerin markalaş/tırıl/masını, daha çok kazanmanın bir aracı haline dönüştürmekle sınırlayacaktır. Bu anlayış şehirlerin birbiriyle kıyasıya rekabet etmesi anlamına gelecek ve bu rekabette üstünlük de sayısal ve maddî kazançlar üzerinden ölçülecektir. Şehrin ahlâkî düzeninin oluşturacağı cazibenin doğuracağı maddî katma değer muhakkak ki anlamlıdır. Ancak bu durum bir neticedir ve varılması olmazsa olmaz değildir. Zira ahlâk merkezli yapılanan kurumları ve sosyal ilişkileri üzerinden cezbeden bir şehir, başta sakinleri olmak üzere irtibatlısı olan herkese maddî kazançların ötesinde manevî katma değer de sağlayacaktır.
Günümüzde daha çok maddî hâsıla odaklı bir anlayış, şehirlerin markalaş/tırıl/masını ülke kalkınma planlarının, gelişme ve büyüme stratejilerinin önemli bir parçası haline getirmiştir. Ne var ki, mezkûr zihniyet odaklı olsa bile şehrin markalaş/tırıl/ması çok yönlü bir vaziyet kazanmıştır. Bu şartlarda markalaşma stratejisi, şehrin kalkınma planlarıyla paralel olarak gelişen sadece bir pazarlama operasyonu ya da marka imajı belirleme süreci değil aynı zaman da şehrin kimliğini, değerlerini, vizyonunu ve misyonunu belirleme imkânı sunan uzun soluklu bir planlamadır (Ceran,2013:542). Bu planlama faaliyetinde şehrin markalaş/tırıl/masına vesile olacak marka unsurları devreye girecektir. Çok geniş bir yelpazede ele alınan marka unsurlarının belli başlıları turizm, yerel yönetim, kültürel miras, doğal güzellikler, yatırım ve iş sahaları, iklim, insan, gastronomi, eğitim, sanat ve spor, alt ve üst Yapı, ulaşım ve mesafe gibi unsurlardır (Başpınar,2015:34-42). [vi]
Yukarıda sıralanan marka unsurlarından iklim, insan ve doğal güzellikler gibi insan eseri olmayan unsurlar dışarıda bırakıldığında kalan marka unsurlarının doğrudan insanla irtibatlı değerler olduğu görülecektir. Bu demektir ki, bu marka unsurlarının şehrin markalaşmasına katma değer sağlayabilmeleri için insan faktörünün nitelikli olması icap etmektedir. Tam da bu noktada genelde ahlâk özelde şehir ahlâkı mefhumları devreye girecek ve sıfatlarından bağımsız olarak şehir insanının ahlâklı davranışlarıyla şehir ruh bulacak, kimlik kazanacaktır. Bu ilkeli tutum ve davranışlarla somutlaşacak şehir ahlâkı, diğer şehirlerden farkı oluşturacak ve bir anlamda malum meziyetlerin toplamı şehrin markalaş/tırıl/masına katkı sağlayacaktır.
ŞEHRİN MARKALAŞMASINDA AHLÂKEN YAPILMASI GEREKENLER
Şehir, ahlâk ve marka mefhumlarına yüklenilen anlamın açıklanmasından sonra şehrin markalaşması sürecine ahlâkın/şehir ahlâkının ne tür bir katkı üreteceğini değerlendirmek anlamlı olacaktır. Ahlâkın, yukarıda temellendirildiği zemin üzerinden ele alınması durumunda tercih edilmiş bir kimlik olarak “Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bir şehirde İslami esasların genel ahlâkın ve pek tabii şehir ahlâkının ana belirleyicisi olduğu tartışılmayacak kadar açıktır. Nitekim İslam şehirlerinde mabet, mektep, mahalle, sokak, ev, konuşulan dil, müzik, şiir, yeme-içme ve giyim-kuşam bu ruhtan izler taşır. İslam şehrinde komşuluk ilişkileri üst seviyededir. Çevre temizliğine ve tanzimine dikkat edilir. Sokak hayvanlarına merhamet edilir (Çakmak, Abalı, Işık, Akbaba, Aytekin, Ancın, 2018:108). Bu ifadeler, şehrin inşasının bir dizi eylemler zinciri neticesinde zuhur ettiğini ve bu eylemlerde ahlâkî endişeler ile ahlâkî müeyyidelerin mutlaka yer aldığını göstermektedir. Diğer bir yaklaşımla şehir inşası, her ne kadar fizikî bir eylem gibi gözükse de, toplumsal medeniyet tasavvurunun dışa yansıyan bir yüzüdür ve kesinlikle ahlâkî bir eylemdir (Ökten, 2017:194).
Bu anlamda şehir, mekanik ilişkilerin hâkim olduğu fizikî bir ortam olmaktan çıkıp, o coğrafyada yaşayan cemiyetin medeniyet algısına göre kimlik kazanan kuralların geçerli olduğu bir mekâna dönüşür.
Şehir ahlâkı, genel ahlâkın bir parçası olmak münasebetiyle her şehirliye/medeniye bir takım mesuliyetler yükler. Bu mesuliyetlerin başında da şehirde yaşayan diğer insanların mutluluğunu önceleyen kurallara sahip çıkmak zorunluğudur. Bu cümleden hareketle şehirde her isteyen, istediği her şeyi serbestçe yapabilme imkânına/imtiyazına sahip değildir (Göksel,2018:1). Bu anlamda şehir, mekanik ilişkilerin hâkim olduğu fizikî bir ortam olmaktan çıkıp, o coğrafyada yaşayan cemiyetin medeniyet algısına göre kimlik kazanan kuralların geçerli olduğu bir mekâna dönüşür. İşte bu medeniyet algısı şehrin ahlâkını oluşturur, hem o medeniyet tasavvurlarının yaşanmasını kolaylaştırır hem de ahlâkî ihlalleri teşvik etmez, özendirmez. Diğer bir deyişle genel ahlâkın bir parçası olan şehir ahlâkı, şehirde yaşamanın normlarını oluşturur ve hiçbir şehirli bu normların varlığına rağmen keyfî bir tutum ve davranış sergileyemez (Ökten, 2017:197-198).
Şehirlerin fizikî yapıları sakinlerinin medeniyet tasavvurlarının ve ona bağlı şekillenen şehir ahlâkının yansımasıdır. Bu çerçevede Ökten, şehirleri Hiyerarşik, Uniform ve Kaotik olmak üzere üçlü bir tasnife tabi tutar ve bunları aşağıdaki gibi açıklar:
- Hiyerarşik Yapılı Şehir: Bu şehir tipinde baskın ve vurgulanmış bir merkez, onun çevresinde bu merkeze itaatkâr ve saygılı diğer şehir ögeleri yer alır. Bu hiyerarşik düzen şehrin siluetinde hemen görüldüğü gibi sokaklarında, caddelerinde gezerken dokusunda da çarpıcı bir biçimde fark edilir.
- Uniform Yapılı Şehir: Bu tip şehirlerde veya şehir kesimlerinde bir noktanın diğer bir noktadan hiçbir farkı yoktur. Şehir monoton, yeknesak, tekdüze bir görünüm arz eder. Üniforma giymiş ve tekdüzelik gösteren bir yığın gibidir.
- Kaotik Yapılı Şehir: Bu tip şehirlerde, her şey her yerde olduğundan bir düzen ve tertipten söz edilemez. Şehir her yönüyle bazen komik bazen tehlikeli sürprizler arz eder (Ökten, 2015:9-10).
Ahlâk kurallarının ihlali durumunda yaptırımların caydırıcılığını kaybetmiş olması şehirleri kimliksizleştirmiş ve yaşanamaz hale getirmiştir.
Şehirlerin fizikî yapılarını olduğu kadar şehirdeki insanî ilişkileri belirleyen iki önemli unsur vardır. Bunlardan bir tanesi hukukî diğeri ise ahlâkî ilişkilerdir. Şehirlerin fizikî donatılarında hukuk kuralları daha baskındır. Zira cari hukuk kurallarının aksine yapılandırılmış bir fizikî yapı için hukukî müeyyideler devreye girer ve sorumlular somut yaptırımlarla tecziye edilirler. Şehir kimliğinin oluşmasına hukuk kurallarının yanında ahlâk kuralları – günümüzde oldukça zayıflamış olmalarına rağmen – da katkı sağlar. Ahlâk kurallarının ihlali durumunda yaptırımların caydırıcılığını kaybetmiş olması şehirleri kimliksizleştirmiş ve yaşanamaz hale getirmiştir. Bu durumun esas sebebi insanların ait oldukları medeniyetin davranış normlarından habersiz oluşları ve bunun meydana getirdiği boşluğun farklı bir kültürün (Kapitalizmin) davranış normlarıyla doldurulmuş olmasıdır (Ökten, 2015:42-44). Bu şartlar, sosyal bir varlık olarak insanın ahlâkî değerlere olan ihtiyacının, konu şehir ve şehirleşme olunca da göz ardı edilmemesi lüzumunu açıkça ortaya koymaktadır. Bir şehir inşa edilirken maddi varlıkların yanında hatta ondan çok daha ileride ahlâkî kurallar göz önünde bulundurulmalıdır. Birlikte yaşanılan mekâna, sakinlerine ve diğer tüm canlılara karşı hukukî sorumluluklar kadar ahlâkî sorumlulukların olduğu şuuru da kesinlikle ihmal edilmemelidir (Göksel,2018:1).
Yönetenlerin Yapması Gerekenler
Şehir yönetimlerinde bürokrasinin (merkezî/mahallî) özellikle de belediye idarelerinin etkisi son derece önemlidir. Bu bakımdan şehirlerin idaresinde şehir ahlâkının kurumsal bir yapıya kavuşturulması için merkezî ve mahallî bürokrasinin eşgüdümlü ve birbirlerini destekleyici mahiyette çalışmaları gerekir. Bu işbirliğinin gerçekleşebilmesi için her şeyden evvel bürokratların (seçilmiş veya atanmış), ahlâkın insan ve cemiyet hayatındaki önemine itibar etmeleri gerekir. Bu itibar edişin getireceği en temel mesuliyet ise bizatihi bürokratların işlem ve eylemlerinde hukuka uygunluk kadar ahlâka uygunluğa da riayet etme hassasiyetleri olacaktır.[vii]
Osmanlı Devleti döneminde şehirlerin idaresinden sorumlu olanlara verilen ismin “Şehremini” olması oldukça manidardır. Zira bir şehrin yöneticisi sıfatını üstlenebilmek için öncelikli ve vazgeçilmez şart o kimsenin emin/güvenilir olmasıdır.
Osmanlı Devleti döneminde şehirlerin idaresinden sorumlu olanlara verilen ismin “Şehremini” olması oldukça manidardır. Zira bir şehrin yöneticisi sıfatını üstlenebilmek için öncelikli ve vazgeçilmez şart o kimsenin emin/güvenilir olmasıdır. Emin birisi olmak ahlâklı olmanın olmazsa olmaz şartlarındandır. Her ne kadar hukuk kuralları idarecilerin hareket alanlarını ve karar süreçlerini tanzim etmiş ve denetleme mekanizmaları tanımlanmış olsa bile, ilişkilerin çeşitliliği her alanın düzenlenmesini mümkün kıl/a/mamaktadır. Tam da bu noktada “Şehremini” sıfatı devrede olacak ve yönetilenlerin haklarını korumak adına ahlâkî hassasiyetler devreye girecektir.
Şehrin yöneticilerinin, şehrin özellikle mimarisinin şekillenmesinde uzun soluklu uygulanacak ve halk tarafından benimsenecek, estetiği önceleyen kararlar alıp hiçbir baskı grubunun yıldırmasına fırsat vermeden kararlı bir şekilde bu kararları uygulayabilmeleri lazımdır.
İdarecilerin ahlâkî hassasiyetlerinin önemi kamu kaynaklarının kullanımında somutlaşır. İster yerel ister genel nitelikli kamu hizmetlerinin finansmanı amacıyla toplanan kamu gelirlerinin kullanımında kamu yararı merkezde olmalıdır. Bir şehrin temel alt yapı hizmetleri henüz tamamlanmamışken tekrar seçilmek adına kamu kaynaklarının seçmenlerin daha çok dikkatini çekeceği düşüncesiyle üst yapı hizmetlerine tahsis edilmesi hukuken bir problem doğurmasa bile ahlâken çok ciddi bir eksikliktir. Yine şehrin yapılaşması sürecinde hangi gerekçeyle olursa olsun fiziken yapılaşmanın mümkün olmadığı alanlarda yapılaşmaya fırsat vermek hukuken olduğu kadar ahlâken de eksikliktir. Bu konuda şehrin yöneticilerinin, şehrin özellikle mimarisinin şekillenmesinde uzun soluklu uygulanacak ve halk tarafından benimsenecek, estetiği önceleyen kararlar alıp hiçbir baskı grubunun yıldırmasına fırsat vermeden kararlı bir şekilde bu kararları uygulayabilmeleri lazımdır.
Yatırımların en faydalı olandan yana kullanılması için gerekiyorsa referandum, anket ve benzeri yollarla şehir sakinlerinin düşünceleri tespit edilmelidir. Yine şehrin kanaat önderlerinin görüşleri alınmalı, planlanan işler eyleme geçirilmeden önce sözü itibarlı olan bu insanlardan alınacak fikirler değerlendirilmelidir.
Kanun koyucu yapmış olduğu düzenlemelerde hukukî olmaya özen gösterse bile yer yer hatalar yapabilmektedir. Bu anlayış yer yer şehirlerin idare süreçlerinde de görülebilmektedir. Kanun koyucunun tasarrufuyla çıkarılan imar affı uygulamaları esası itibariyle kanunî olmakla birlikte hukukî ve ahlâkî yönden tartışmalıdır. Bilhassa yapılaşmaya elverişli olmayan alanlarda yapılaşmaya göz yumulması ile başlayan, sonrasında kaçak diye tabir edilen yapılara, belediye ve diğer hizmetlerin götürülmesi ve sonrasında da imar affı uygulamalarıyla bu yapıların meşrulaştırılması bir hukuk probleminin yanı sıra ahlâk problemidir. Bu konuda özellikle yerel yönetim kuruluşlarının idarecileri, bütçelerinden harcama yaparlarken şehir halkının beklentilerine uygun projeler geliştirdiklerini formel ve informel yollarla kontrol etmelidir. Yatırımların en faydalı olandan yana kullanılması için gerekiyorsa referandum, anket ve benzeri yollarla şehir sakinlerinin düşünceleri tespit edilmelidir. Yine şehrin kanaat önderlerinin görüşleri alınmalı, planlanan işler eyleme geçirilmeden önce sözü itibarlı olan bu insanlardan alınacak fikirler değerlendirilmelidir.
Şehirlerin merkezî ve mahallî yöneticileri, yönetilenlere karşı adil olmak ve aynı konumda bulunanlara da eşit davranmak zorundadırlar. Bu zorunluluk ahlâklı olmanın bir gereğidir. Vatandaşlara karşı kamunun hakkını korumada gösterilecek titizlikle birlikte vatandaşların haklarının da özenle korunması gerekir. Aynı konumda olmalarına rağmen hiçbir vatandaşa diğerine üstünlük sağlayacak bir imtiyaz oluşturmamak kadar aynı konumdaki vatandaşlardan hiç birini diğerlerine tanınan haklardan mahrum etmemek ahlâklı bir idarecinin tavrı olmalıdır.
Ahlâklı olmanın doğal neticelerinden birisi de karar alma süreçlerinde “dediğim dedikçi” diye tabir edilen bir mantıkla değil de katılıma ve istişareye değer vermektir.
Ahlâklı olmanın doğal neticelerinden birisi de karar alma süreçlerinde “dediğim dedikçi” diye tabir edilen bir mantıkla değil de katılıma ve istişareye değer vermektir. Bu tavır günümüz yönetim tekniklerinin de önemli bir parçasıdır. Katılıma, istişareye dayalı alınan kararların uygulanabilirliği daha yüksek düzeyde olmakta; karar alımında katılımın esas alınması uygulamada sorumluluğun da paylaşılmasını sağlamaktadır. Şehirdeki bütün paydaşların katılımıyla ihtiyaçların tespit edilmesi, bu ihtiyaçların nasıl çözümleneceğine dair ortak kararlar üretilmesi, alınan karalar doğrultusunda bütün paydaşların yüklendikleri sorumlulukları ciddiyetle yerine getirmeleri ve sonrasında uygulamaların şeffaf bir biçimde denetlenebilmesi o şehrin kimliğinin oluşumunda ahlâkın rolünün belirleyiciliğini ortaya koyacaktır.
Şehir yönetiminin farklı alanlarında, uzmanlığı tescilli ve bir o kadar da ahlâkî hassasiyeti yüksek olan kadrolara ihtiyaç vardır.
Şehirlerin idaresi oldukça sorumluk gerektiren ve karmaşık bir süreçtir. Bu sürecin olması gereken evsafta yürütülebilmesi için şehir yönetiminin farklı alanlarında, uzmanlığı tescilli ve bir o kadar da ahlâkî hassasiyeti yüksek olan kadrolara ihtiyaç vardır. Bu kadroların belirlenmesinde hukuk ve ahlâk ilkeleri ihlal edilmemeli ve liyakat/ehliyet ilkelerinden kesinlikle taviz verilmemelidir. Particilik, hemşericilik, ideolojik müştereklik ve benzeri yakınlıklar istihdam süreçlerinde kesinlikle ölçü olarak kullanılmamalıdır.
Ahlâkî olarak duyarlı hale gelen kadroların şehir sakinleriyle hizmet alış- verişi esnasında tesis edecekleri ahlâkî vasat şehir ahlâkının inşâsında önemli bir paya sahip olacaktır.
Şehirlerin idaresi asayiş hizmetlerinden adalete, kültürden spora, siyasetten sanata, dinî hizmetlerden eğitime, sağlık hizmetlerinden tabii ve tarihî güzelliklere ve daha birçok alanı kapsamaktadır. Bu geniş alanda yöneticilik sıfatını haiz olanların öncelikle kendi kurum çalışanlarını genel ahlâk ve kendi hizmet verdikleri alanın özel ahlâkî hassasiyetlerine karşı duyarlı hale getirmeleri lazımdır. Ahlâkî olarak duyarlı hale gelen kadroların şehir sakinleriyle hizmet alış- verişi esnasında tesis edecekleri ahlâkî vasat şehir ahlâkının inşâsında önemli bir paya sahip olacaktır.
Yönetilenlerin Yapması Gerekenler
Şehir ahlâkının inşası ve kurumsallaşması tek başına yönetici kadroların üstesinden gelebilecekleri bir durum değildir. Daha da önemlisi şehir ahlâkı, ancak o şehirde yaşayanların ortak niyet, irade ve eylemleriyle gerçekleşebilecek bir olgudur. Bu şartlarda bir şehirde yaşayanların/yönetilenlerin o şehrin ahlâkî dokusunda – bunun tam tersi de doğrudur – en az yönetenler kadar mesuliyetleri vardır.
Bu mesuliyetin başladığı nokta pek tabii şehrin idaresinde ister merkezi isterse de yerel idare kadrolarında olsun ahlâkî hassasiyeti yüksek olan kadroların görevlendirilmeleri hususunda gösterecekleri titizliktir.
Bu mesuliyetin başladığı nokta pek tabii şehrin idaresinde ister merkezi isterse de yerel idare kadrolarında olsun ahlâkî hassasiyeti yüksek olan kadroların görevlendirilmeleri hususunda gösterecekleri titizliktir. Bunun için de tercihe dayalı görevlendirmelerde şahsî veya grup menfaatlerinin değil liyakatin/ehliyetin belirleyiciliği esas olmalıdır.
Şehrin fizikî yapılanmasında bilhassa özel yapıların inşasında yapı sahiplerinin, şehirlerinin ve hemşerilerinin hukukunu dikkate alarak yapılarını inşa etme olgunluğu son derece önemli bir ahlâkî bilinçtir. Bunun yanında şehrin ortak kullanım alanlarının kullanımında herhangi bir yasal yaptırım kaygısı olmadan hemşerilerinin de hakkı olduğu ahlâkî bilinciyle uygun kullanımlar şehirli kimliği kadar o şehrin ahlâkına da karinedir.
Şehri köyden farklı kılan üretim çeşitliliği, insan ilişkilerinin derinliğinin ve yoğunluğunun fazlalığıdır. İster ekonomik, ister sosyal, isterse de sosyal, sportif ve kültürel boyutlu olsun bu ilişkilerin niteliği şehir sakinlerinin huzuru ve mutluluğu anlamına gelir. Bunun için de her şehir sakininin, ilişkinin türünden bağımsız olarak diğerkâm bir ahlâkî bilinçle hareket etmesi gerekmektedir. Bilmelidir ki, o şehirde huzurlu bir şekilde yaşamanın ön şartı diğer sakinlere göstereceği saygı ve anlayıştır.
Ancak ahlâkî standartlarının yüksekliğiyle dikkat çekecek şehirlerde kurallara sadakat öncelikle yaptırım korkusundan değil, insana, hemşerisine olan sevgi ve muhabbetten kaynaklanır.
Şehirde başta asayiş olmak üzere diğer ilişkilerin olması gerektiği gibi yürümesi için öngörülmüş bir hukuk düzeni vardır. Bu hukuk düzeninin aksine hareket edenlerin de yaptırımla karşılaşacağı tanımlanmıştır. Ancak ahlâkî standartlarının yüksekliğiyle dikkat çekecek şehirlerde kurallara sadakat öncelikle yaptırım korkusundan değil, insana, hemşerisine olan sevgi ve muhabbetten kaynaklanır. “Hemşerilik” olarak ifade edilen bu ahlâkî bilinç bir asabiyetten öte ortak atmosferi solumanın, ortak tabii ve tarihî değerleri paylaşmanın, ortak meselelere ortak çözümler üretmenin, ortak hayallerin yine ortak olarak somutlaşmasına dair ortak heyecanların paylaşılması olarak anlaşılmalıdır.
Bir vakıf medeniyetinin mirasçıları olarak özellikle hayır amaçlı oluşturulacak sivil toplum kuruluşlarıyla, şehirlerde birçok mesele halledilebileceği gibi ahlâkî değerlerin zinde tutulması da sağlanabilecektir.
Şehirlilik aynı zamanda şehre dair ortak duyguları paylaşmak kadar resmî görevlilerin yanı sıra müşterek mesuliyetler alabilmektir. Günümüzde “sivil toplum” bilinci olarak ifade edilen bu durum şehre karşı duyulan mensubiyetin yüklediği bir mesuliyettir. Bu mesuliyetin ortak iradeye dönüşmüş hali sivil toplum kuruluşlarıdır. Bir vakıf medeniyetinin mirasçıları olarak özellikle hayır amaçlı oluşturulacak sivil toplum kuruluşlarıyla, şehirlerde birçok mesele halledilebileceği gibi ahlâkî değerlerin zinde tutulması da sağlanabilecektir.
SONUÇ
Türk-İslam medeniyetinin mühim şahsiyetlerinden Hacı Bayram-ı Veli, İslam şehirlerinde insan-şehir, ahlâk-şehir ilişkisini şu veciz ifadelerle açıklamaktadır: İnsan, şehri inşa ederken, aslında taşın toprağın arasında kendisini inşa eder. Gönülde her ne var ise, şehir olarak görünür. Gönlü taş olanın şehri taş, gönlü aşk ile dolu olanın şehri gülistan olur. Bu ifadeler şehirlerin her anlamda inşasında “insan” unsurunun önemini başka bir açıklamaya mahal bırakmayacak tarzda ortaya koymaktadır.[viii]
Günümüzde şehirlerin herhangi bir ürün gibi salt maddî kazanç elde etmek amacıyla yerli ve yabancılar gözünde albenili hale getirilmesi şeklinde okunacak bir şehir markalaş/tırıl/ması oldukça yavan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım hiçbir şekilde, şehirlerin kurumsallaşan ahlâkî standartlarının maddî bir katma değerinin olmayacağı şeklinde yorumlanmamalıdır.
Bugün bütün eksikliklere ve zamana bağlı değişik tesirler dolayısıyla yozlaşmalara rağmen Türk-İslam medeniyetinin, Türk toplumunun içtimaî dokusundaki belirleyiciliği üzerinden şehirlerde ahlâkî kodların oluşturulması ve standartlara kavuşturulması gerekmektedir. Bunun için de öncelikle bu yönde toptancı bir iradeye ve bu iradenin şehirlerin tüm paydaşlarınca (Yönetici-Yönetilen) sahiplenilmesine ihtiyaç vardır.
Her şeyden önce kendi toplumumuzu ve değer yargılarını merkeze alan bir anlayışla ahlâk, şehir ahlâkı ve sonrasında da şehirlerin markalaşması kavramına derinlik kazandırmak gerekmektedir.
Şehir ahlâkının kodlarının nasıl belirleneceği hususu oldukça önem arz etmektedir. Bu konuda akademik düzeyde yapılması gereken birçok iş vardır. Her şeyden önce kendi toplumumuzu ve değer yargılarını merkeze alan bir anlayışla ahlâk, şehir ahlâkı ve sonrasında da şehirlerin markalaşması kavramına derinlik kazandırmak gerekmektedir. Bu çalışmaların sonrasında ilmî düzeyde belirlenen kuralların şehirde hâkim olması için kısa-orta-uzun vadeli planlar oluşturulmalı ve tatbikata geçirilmelidir.
Genel eğitim politikalarının şekillendireceği genel ahlâkın yanında şehir sakinlerinin uymaları gereken şehir ahlâkı kuralları, şehirdeki yönetim ve yerel idare temsilcilerince ciddiyetle takip edilmelidir. Bu kuralların neler olduğunun şehir sakinlerine anlatılması, öğretilmesi, uyulmaması halinde ne gibi olumsuz sonuçların meydana gelebileceğinin paylaşılması konusunda somut birimler oluşturulmalıdır. Bu konuda olumlu davranış sergileyen şehir sakinlerinin ödüllendirilmeleri yanında şehir ahlâkına aykırı davrananların cezalandırılmaları gibi yöntemler de düzenlenebilir.
NOTLAR:
iSon yıllarda ülkemizde “ahlâk” kelimesi yerine “etik” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. “Bu davranışın hiç etik değil” gibi hüküm içeren cümlelerin içerisinde olduğu gibi, İş Etiği, Meslek Etiği, Spor Etiği, Medya Etiği, Kamusal Etik vb. gibi kullanımlar oldukça revaçtadır. Ahlâk kelimesinin yerine ikame edilmeye çalışıldığı izlenimi veren bu kullanımlara rağmen etik ile ahlâk kavramlarının aynı anlama geldiğini söylemek mümkün değildir.
iiBu tanımın yanı sıra literatürde farklı ölçütler kullanılmak suretiyle de şehir tanımları yapılmaktadır. Nüfus ölçütü dikkate alınıp, belirli nüfusa ulaşan yerleri şehir, bu nüfusun altında kalan yerleri köy; İdari sınır ve statü ölçütü dikkate alınıp belli bir idari birimin içinde kalan yerleri şehir, dışında kalan yerleri köy; Ekonomik ölçüt ve nüfus bileşimi dikkate alınıp nüfusunun büyük bölümü tarım dışı işlerde çalışan ve işbölümü sebebiyle birbirine bağlı olanların yaşadığı yerleri şehir aksi durumun olduğu yerleri köy; Sosyolojik ölçütler dikkate alınıp kimi sosyologlarca nüfus büyüklüğü, yoğunluk, işbölümü, uzmanlaşma ve heterojenlik gibi özellikleri kullanılarak bazı yerleşim yerlerini şehir, bazı yerleşim yerlerini köy olarak nitelenebilmektedir. (Gökyurt, Kındap, Sarı,2015.3-4).
iii Şehir ve kent kelimelerinin Farsça olduğu ifade edilmekle birlikte kent kelimesinin asıl kökeninin Soğdca olduğu tespit edilmiştir. Günlük kullanımda şehir kelimesinin kent kelimesine göre daha olumlandığı ve bunun da şehir kelimesi ile Arapça medeniyet kelimesinin irtibatından kaynaklandığı ileri sürülmüştür. Medeniyet kelimesinin din kelimesinin kökeninden türetilmiş olması; medinenin yani şehrin ancak medeniyetle yani dinle kurulabileceği yaklaşımı bu irtibatta önem taşımaktadır (Gültekin, 2014:17).
ivŞehir ve kentin oturdukları değerler üzerinden karşılaştırılması bakımından bir kaç örnek vermek gerekirse şehirde (medinede) vicdan, adalet, ahlak esasken; kentte estetik, vitrin, schowroom; yine şehirde üretim, emek, gayret esasken kentte tüketim, sömürü ve israfın baskın olduğu söylenebilir. Bu konuda bakınız Aydoğan Yasin, Medine Kent-Şehir Karşılaştırması, https://www.hilalhaber.com/m/makale.php?id=1790, Erişim Tarihi.30.12.2018
v M.Weber’e göre Ortaçağ Avrupası’nda bir yerleşim yerinin şehir sayılabilmesi için “Şehrin etrafının güçlü bir surla çevrili olması (tahkimat), tarımsal üretim dışında bir üretim olarak ticari üretimi içermek üzere, tarımdan elde edilen artı ürünün pazarlanıp değerlendirilebileceği bir pazar yerinin bulunması (pazar yeri), kendisine özgü ve en azından kısmen özerk hukuku olan bir mahkemenin mevcudiyeti, tutarlı bir birlik şekli, yani söz konusu şehir toplumunun iç tutarlılık sergilemesi gibi özelliklere sahip olmasını öngörmektedir (Açıkgöz, 2007:60).
vi Burada sıralananların yanı sıra dünyada marka şehir niteliği taşıyan şehirlerde şu ortak özelliklerin olduğu tespit edilmiştir: Çalışanlar için cazibe merkezi olmak, yatırımcılar için cazibe merkezi olmak, uzun dönemli kalıcı yatırımların merkezi olmak, yaşayanların şehre olan aidiyet bağının yüksekliği, uluslararası kurum, kuruluş ve enstitülerin merkezi olmak, kültür, sanat, spor faaliyetleri bakımından yoğun olmak, alt yapı problemlerini aşmış olmak gibi özelliklerdir (www.b4mind.com,2019).
vii Bu konuya ilişkin olmak üzere “2014 Yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nden Edebiyat ödülüne lâyık görülen Alev Alatlı’nın ödül töreninde yaptığı konuşma oldukça anlamlıdır. “Bir hakkın yasal olmasının, o hakkı meşrulaştırmayacağı, aynı zamanda bu hakkın helal olması lazım geldiğini” vurgulayan Alatlı, bir boyutuyla da ahlakla hukuk arasındaki ilişkiye vurgu yapmaktadır (Alatlı, 2014, www.youtube.com). 8 Bazı şehirlerin tarihten gelen misyonları vardır. Hali hazırda bu şehirlerin yaşayanları ve yönetenleri bu misyona aykırı davranışlar sergilerlerse şehir ahlâkı olarak tanımladığımız değerlere ters düşmüş olurlar. Örneğin, Medine; temizliğin, dinginliğin, barışın şehridir. Kudüs, tüm medeniyetlerin kutsal kabul ettiği kadim bir kültürün günümüze taşınmış halidir.
viii Bazı şehirlerin tarihten gelen misyonları vardır. Hali hazırda bu şehirlerin yaşayanları ve yönetenleri bu misyona aykırı davranışlar sergilerlerse şehir ahlâkı olarak tanımladığımız değerlere ters düşmüş olurlar. Örneğin, Medine; temizliğin, dinginliğin, barışın şehridir. Kudüs, tüm medeniyetlerin kutsal kabul ettiği kadim bir kültürün günümüze taşınmış halidir.
KAYNAKÇA