Şiddet ve kültürün oluşumunda sivil toplumun ve sivil mekânların işlevini yorumladık.
İlm-i medeni, günümüzde kavramsal olarak tam karşılığını veremediğimiz, kadim bilimlerden biridir. Yabancı dillerdeki karşılığı polis kelimesinden türeyen “politike”dir. Alman dilinde devlet bilim (Geselschaf) olarak açıklanır. Latincesi ise “civile”dir. Yani devlete ilişik olan anlamına gelir. Bir kelimenin anlamı onun zıt anlamlı bir karşılığıyla daha iyi kavranabileceği için sivil olan, askeri olmayan demektir. Türkçemizde de yerleşmiş bir kalıp olarak “sivil idare yönetimini” sıkça kullanırız. Devlet dediğimiz mekanizma sivil bir oluşumdur. Yönetici ve yönetilenler olarak iş bölümünün bulunduğu sivil toplum yapılarından oluşan bir aygıttır. Öyleyse sivil toplum nedir ve insan nasıl sivil toplum oluşturur sorusuna cevap vermemiz gerekir.
Toplumun temelini oluşturan “insan” kelimesinin kökeni Arapçadan gelmektedir ve ünsiyet mastarından türemiştir. Ünsiyet ise ilişki içerisinde bulunma, ilişki kurma anlamına gelir. İnsan doğası gereği “zoon politikon”dur yani toplumsal ve siyasal bir canlıdır. Şehir ve devlet dediğimizde ise, belirli bir toplumun oluştuğu alanı kastederiz. İnsanlar tarihsel süreç içerisinde sayısız topluluklar ve toplumlar meydana getirmiştir. Oluşan bu topluluklar, toplum olduğu derecede şehirleşmiştir. Şehir ve devlet oluşturmanın ilk şartı toplum oluşturmaktır. İnsan dışı varlıklar, hayvanlar, bitkiler dahi topluluk oluşturabilir, insanlar da aralarında küçük ölçekli hemşerilik, futbol taraftarlığı gibi sadece dayanışma anlayışının merkezde olduğu topluluklar oluşturabilir. Fakat bir insan doğası gereği sosyo-politik olduğundan belirli bir toplum oluşturmak zorundadır. Toplum oluşturmanın farkı; içerisinde “ratio” yani bilinç bulundurmasıdır. Toplum içerisinde çıkar ilişkilerinin bulunmadığı; dil, tarih, din, kültür birliği gibi ortak bir bilinç etrafında şekillenmek zorundadır. Bu farklılık insanların konuşabilme yeteneğinden doğan aynı düşünce fikir, inanış etrafında birleşmesi ve bunun nihai hedefi olan devlet kurma idealini oluşturur.
Konuya uzun bir girişle beraber yaşadığımız şehirlerde Ratio’yu yani ortak bilinci oluşturacak ve örecek sivil toplum kuruluşlarımız var mıdır? Sorusunu sormak öncelik kazanıyor.
Bir milletin uzun bir tarih içerisinde ortaya koyduğu, geliştirdiği ve tecrübe ile sağlamlaştırıp kesinleştirdiği maddi ve manevi değerler bütününe kültür denir.
Kültür ögesinin oluşmasının şartlarından biri olan ‘’boş zaman’’ yani -burada kast ettiğimiz- belli bir işe ve aileye sahip olmayan, yükümlülükleri bulunmayan, uygun tabirle Aylak dediğimiz kesimdir. Bu kesim çok geniş bir kitleden oluşabilir; öğrencisi, genci, meczubu ve ilim sevdalıları bu daire içerisinde yer alabilir. Biraz daha açmak gerekirse bizler bu insanları belli saatler arasında değil 24 saat şehrin her yerinde görebiliriz. bu insanların mecburiyetleri olmadığı için yaşayışları ve ürettikleri, şehrin kültür hazinesine herhangi bir mecburiyete sahip mesai saatlerine bağımlı olanlara göre kat kat fazladır. Bizler bunu özellikle Osmanlı örneğinde görebiliriz belli saat aralığında camide toplanan cemaate nispetle belirsiz zamanlarda ve birbirinden oldukça farklı insanların buluştuğu tekkelerde Osmanlı kültürü oluşturulmuştur. Dolayısı ile Bizler Sakarya özelinde böyle bir kitlenin nelere ilgi duyduğu veya STK’ların bu kitleyi tutmada nasıl bir misyon yüklendiklerine odaklanıyoruz. Bu dairedeki insanların çekinmeden gittikleri bir sivil toplum örgütü bulunmakta mıdır? Bu insanlar herhangi bir fikre veyahut ideolojiye kanalize olmak zorunda kalmadan değerli zamanlarında bizzat kendi karakterleri üzerinde kültürel seviye inşa edebileceği, kültür üretebilecekleri mekânlara veyahut kurumlara sahip midirler?
Kültürü oluşturan şartların ikincisi Müsamaha ve farklılıktır. Şehrimizde bulunan kültürü oluşturan bu topluluğun herhangi bir siyasi düşünceye sahip olmadan katılabileceği ve kendisine müsamaha sağlanacak bir kurumları bulunmakta mıdır? Farklı düşüncelere sahip insanların toplandıkları ve birbirleriyle etkileşime girerek birbirleri arasında ortak paydalar bulma imkânı sağlayacağı mekânlara sahip midirler?
Tabi ki bu sorulara evet diyenler olacaktır. Fakat günümüzde, bireylerin kendilerini siyasi bir angajmana yaslanmadan ait hissedebileceği sivil toplum kuruluşları ve mekânlar az sayıdadır. Bu durum gençleri kendi dünyalarını oluşturmaya itmektedir. Belirli bilinç çerçevesinde oluşmayan ve kültürel, entelektüel ilgiden uzak bir dünya her zaman menfi uğraşlara yol açabilecektir. Şehrin aylak kesimi yani yerlisi, öğrencisi, genci, meczubu olumsuz şeyler üretecek ve şiddet doğuracaktır. Sakarya özelinde ise şiddete eğilim istatistiki verilere göre oldukça fazladır. Bir başka değerlendirmemiz olan “Popülizm Uğruna Bir Şehri Karalamak: Sosyal Medyada Sakarya” başlıklı yazımızda her ne kadar popülizm uğruna şehrimizi karalamak isteyenlere karşı bir analiz yapmış olsak da bazı gerçekleri gözardı etmiyoruz. Veriler arasında yer alan; yaralama, uyuşturucu ve cinayet oranları da bu tespiti doğrulayıcı bir veridir.
Sivil toplum örgütlerinin sürekli kendilerini devletle ilişki kurma zorunluluğuna sokma durumu onların hürriyetlerini ve iş yapma alanını daraltmakta ve ‘her şeyi devletten bekleme’ psikolojisine sokmaktadır. Bu durum ise bir şehir kültürünün veyahut bilincinin doğmasını engellemektedir. Çünkü yüksek fikirler bağımsız ve yüksek mekânların ürünüdür. Devletin görevi sadece birbirlerine benzemeyen bir topluluk içerisindeki tüm insanları ortak bir payda etrafında buluşturacak çalışmalara ortam hazırlamaktır. İkincil olarak ise topluluğun zihinsel gelişimlerini ve dünyayı algılama biçimlerini kontrollü bir biçimde inkişaf ettirmektir. Böylece her insan kendi rengi ve mizacı ölçüsünde içinde bulunduğu topluma kârı öngörülemeyecek şekilde faydalı olabilir.
Bu sebeple şehrimizde insanların hazlarına veyahut siyasi hırslarına hizmet eden mekânlar veyahut kurumlar yerine; Sakarya gibi farklı grupların oluşturduğu bir şehirde bu farklılıklardan bir ortak payda çıkarabilecek ve insanların boş zamanlarında içi dolu şeyler konuşabileceği, üretebileceği ve şehrin gençlerinin şiddet değil bizzat yaşamak eylemini sürdürerek kültür oluşturabileceği mekânlar elzemdir. Her seviyeden insana yönelik kahvehaneler, sivil toplum kuruluşları, akademiler, çay ocakları mekânları oluşturmak gerekmektedir. Müsamahanın, diyaloğun, farklılıkların yer aldığı mecralara her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Buna örnek olarak sitemizde yer alan (Sakarya’da Entelektüel Mekânların İmkânı Üzerine) röportajımıza göz atabilirsiniz.
Kapak fotoğrafı: Ara Güler
Yazar : Çağatay Tunçat