Güzellikleriyle büyüleyen bir parkur: Çiğdem Yaylası Parkuru
Her insan, içinde doğaya karşı duyduğu özlemi, sevgiyi ruhunun bir köşesinde saklar. Kimi zaman bu özlem hiçbir zaman ortaya çıkmaz ve bunun yol açtığı, hem kendimize hem de çevremize olan türlü tahribatlara tanıklık ederiz ya da bu iki kuvvetli hissiyatı olumlu sonuçlara sebebiyet verecek şekilde kullanmayı öğreniriz. Doğayı sevmek, önce ona saygı duymakla başlıyor. Canlılığın düzenini bozacak her müdahalenin ucu yine biz insanlara dokunuyor. Kısa vadede sonuçlarını göremediğimiz için uzun vadede etkilerini göz aradı ediyoruz.
Her insanın doğayı keşfetme süreci farklıdır. Gerek büyüdüğü şehir, gerek yetiştiği çevre ve daha birçok etken bu sürecin içerisindedir. Şehirde büyümüş insanların bu keşfetme süreci ya çok geç başlıyor ya da hiç başlayamıyor. Günümüzün çocukları, apartman dairelerinin sınırladığı alan dışına çıkamıyor. Yeşillik alanların azalmasıyla birlikte çocukların oyun alanları da dijital dünyaya kaymış durumda. Aslında her bireyin doğduğu andan itibaren doğayla buluşmasının onun gelecek yaşamı üzerinde etkisi yadsınamayacak kadar tesirlidir. Günümüzde şehir hayatı; ağaca, toprağa, çiçeğe temas etmeden sadece balkondan -eğer şanslı iseniz ve bir balkonunuz varsa- bina “manzarasını” seyrederek geçiyor.
Hepimizin dışarıya, hatta balkona hasret kaldığı bu günlerde, doğayla olan iletişimimizin farklı bir boyut veya farklı bir değerlendirme süreci kazandığını az çok tahmin edebiliyorum. Kısa süre önce rezidans reklamları, yapay ve ışıltılı çocuk parkları, spor kompleksi olan binalar hepimiz için büyüleyici görünüyordu. Salgın hastalıkla imtihan olduğumuz şu günlerde “büyüleyici” bir hayal dünyası yerini daha mütevazı düşüncelere bırakıyor.
Modern zamanda hayatımız bir çembere sığdırılıyor. Bunda kimi zaman rızamız oluyor, kimi zaman hissetmeden hayatımıza giriyor veya biz o çemberin içerisinde girmiş oluyoruz. Çemberin dışına çıkmaya kalkıştığımızda, geniş, güzel ve ferah bir dünya ile tanışıyoruz. En azından hayatımızda bir farkındalık oluşuyor. Ben de, bahsettiğim kadar kompleks olmasa da kendi -dar- konfor alanımın dışına çıkmama sebep olan doğayla buluşma serüvenimin belki de en önemli halkasını paylaşarak, sizlerin de böyle bir serüvene çıkmasına vesile olurum diye düşünüyorum.
Doğa Yürüyüşleri Serüveni
Benim serüvenimi başlatan doğa yürüyüşleri oldu. 2016’da Sakarya Büyükşehir Belediyesi bünyesinde “Genç Atölye” adında yazın gençlere çeşitli alanlarda eğitim alabilecekleri, çeşitli yerleri gezip tarihi bilgiler edinilebilecek bir çeşit çalışma başlatıldı. Tatil zamanlarını tamamen “atıl” olarak adlandırmayı sevmeyen ben ve benim gibi birçok genç için mükemmel bir fırsattı.
Program kataloğunda “Genç Gezgin” başlığı altında doğa yürüyüşlerinin yapılacağı atölye yer alıyordu. Açıkçası o zaman “doğayla buluşma” gibi arayışlarım yoktu. Sadece yazı daha verimli geçirmek istiyordum. Atölyeye kaydoldum ve gezi günü geldi. Şehrin içinde büyümüş biri olarak yürüyüşü türlü endişelerle beklediğimi ve yürüyüş günü de bu endişeleri üzerimden atamadığımı söyleyebilirim. İlk yürüyüşümün her dal parçasından korkarak, gördüğüm her böceğe ani tepkiler vererek geçtiğini hatırlıyorum. Yine de yürüyüş başında kendime verdiğim söze sadık kalarak kendim için yeni yollar keşfetmeye, doğayı tanımak için engelleri kaldırmaya gayret ettim. O gün yürüyüş bittiğinde kendimde bir şeyler değiştiğine inanmıştım. Artık bazı korkularım kendilerinin yersiz endişelerden ibaret olduğunu gösteriyordu. Daha ilk yürüyüşten edinilen birçok kazanım ve zihinlerde hep taze kalacak anılarla kendime kazanç sağlamıştım ve ertesi yürüyüşü heyecanla beklemiştim. Şaşırdığım noktalardan biri de şehre bu kadar yakın bir noktada böyle bir fırsat varken insanların neden bu güzelliklere uzak kaldığıydı. En basit ulaşım aracıyla dahi varabileceğiniz noktalarda bu imkânı kendiniz bile yaratabilirsiniz. Aslında her şeyde olduğu gibi bu mevzuda da, gerçekten bir işi yapmak istiyorsanız bir şekilde fırsatlar önünüze çıkıveriyor veya kendi imkânlarınızı oluşturabiliyorsunuz.
Maden Deresi ve Doğançay’ı Mutlaka Görün
Altı haftalık bir programın başlangıcı bitmişti. Taraklı-Karagöl, Maden deresi, Kırkpınar, Söğütlü-Akgöl, Serdivan-Kırantepe , Doğançay parkurlarımızdı. Hepsi birbirinden güzel parkurlardı ama bir gün olur da siz de “yürümeye” karar verirseniz Maden deresi ve Doğançay’ı görmenizi önemle tavsiye edebilirim. Her parkurun zorluk derecesi farklı oluyordu. Kimi parkur rampalarla dolu, kimi parkur sık ağaçların içinden geçtiğimiz, kimi şelalenin eşsiz güzelliğiyle büyülendiğimiz yolculuklardı. Yürüyüşler sadece doğayı tanımamı sağlamamıştı; bunla beraber hala sürdürdüğüm dostluk ilişkilerimde de bana bir şans sağlamıştı. Birçok dost edindim, hatıramda yer edinen çok güzel anılarım oldu. Her yürüyüş sonrasında tuttuğum notlara şimdi baktığımda 2016’nın son gezisinde şöyle bir şey yazdığımı görüyorum, “Doğanın bir parçası olduğumu fark ettim ve kendime söz veriyorum bu güzellikleri korumak için daha fazla uğraş vereceğim”… O zamandan beri bu sözün sorumluluğu üstümdedir. Yürüyüş liderlerinin sıkça öğütlediği gibi doğaya ayak izimden başka bir iz bırakmamak için gayret ettim. Yürüyüş ekibinin adı “Mavi Yeşil Sakarya” idi. Aslında bize mavi ve yeşili daima korumayı öğretmişlerdi ve bu iki renk artık daha anlamlı hale gelmişti.
2016’da başlayan bu macera günümüze kadar devam etti. En son “Sonbahar Yürüyüşleri” kapsamında 8 tane doğa yürüyüşü düzenlendi. Kılıçkaya,İnönü/Ercova, Akçay/ Nuri Osmaniye, Kayaboğazı, Menekşe Solak/ Şah Melek, Dikmen, Yörükyeri,Turnalık/ Çiğdem parkurları vardı. Hatırası taze olduğu için Çiğdem parkurundan bahsetmek isterim. Öncelikle kendi izlenimlerimden yola çıkarak sizlere nacizane önerilerim var; yürüyüşe kendinizi rahat hissettiğiniz eşya ve ayakkabıyla gelmeniz son derece önemli. Güzel görünmenin değil güvende ve rahat olmanın ön planda olduğunu unutmamakta fayda var. Yürüyüşe gidecekseniz, yolculuğa başlamadan önce gideceğiniz yer hakkında bilgi edinmeniz gerekiyor. Tabii ki yeterli önlemleri almadan ve rotayı belirlemeden yürüyüş yapılması sağlıklı değil. Yürüyüş konusunda bilgi sahibi bir insanın rehberlik etmesi son derece önemli. Ayrıca yürüyüşlerde dostlarımızla aramızda sıcak bir bağ oluşturan kahve vakitlerini de unutamam. Bir termosunuz yoksa bile yürüyüşe gitmeden önce bir tane edinin. İçerisine tercihinize göre Türk kahvesi veya filtre kahve koyabilirsiniz. Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki yürüyüş sabahı ve yürüyüş molalarında içtiğim kahvenin tadını başka bir yerde alamıyorum. Bunun mekânla ve dostlarla yakından ilgisi var.
Çiğdem Yaylası Parkuru
En son gittiğimiz Çiğdem Yaylası Parkuru güzellikleriyle büyüleyen bir parkurdu. Sakarya il merkezine uzaklığı 63 km olan bu parkur manzara bakımından türlü güzellikleri barındıran bir parkurdu. Dere, orman, göl gibi güzelliklerin tek adreste toplandığı yürüyüştü. Yaklaşık 15 km parkur yürüdük. Parkur güzergahı boyunca 750 metre yükseklikten 1500 metre çıkılabilmektedir. Parkur güzergahında önce yaklaşık 1400 m yükselikte ki Turnalık yaylası ve sonrasında 1460 m yükselikte Çiğdem Yaylası yer almaktadır. Parkur güzergahı boyunca 750 metre yükseklikten 1500 metre çıkılabilmektedir. Parkur güzergahında önce yaklaşık 1400 m yükselikte ki Turnalık yaylası ve sonrasında 1460 m yükselikte çiğdem yaylası yer almaktadır. Kulağa biraz yorucu gelebilir ama inanın yanınızda dostlarınız ve onlarla edeceğiniz keyifli sohbetler varsa oldukça yüksek keyif alıyorsunuz
Şehrimizde keşfedilmeyi bekleyen birçok güzellik var. Bu güzelliklerin değerini bilerek yaşamak, hayatı daha anlamlı hale getiriyor. Tabi ki olan düzenin gidişatına saygı duyarak, çevreyi tahrip etmeden bu keşif süreci olmalı. Kendimizi çokça dinlediğimiz şu günlerde doğaya karşı sorumluluklarımızı hatırlamak dileğiyle. Yazılarıma ve izlenimlerime sosyal54 aracılığıyla sizler için devam edeceğim.
Yazar: Rana Güzeldir