Ebubekir Çağlar
Galatasaray Üniversitesi
İletişim
Dünyaya gelmek, bir saldırıya uğramaktır. Doğan bebek, havanın ciğerlerine olan saldırısının verdiği acıyla haykırır.
-İsmet Özel
İnsanın hayat ve dünya ile kurduğu ilişki benliğine ve ben idrakine “yaşamak” uğraşının, girişilmiş savaşların benliğine yapılan taarruzların müdafaası ile kurulur. Bu ilişki ve irtibat ruhsal/psikolojik yani karakteristik, siyasal/ekonomik/çevresel yani içtimai vasatın durumuna göre belli başlı dönüşümler geçirerek çok daha sanatsal/estetize bir halde dışa vurulabilirken çok daha katı (rigide) göstergelerin anomik davranışların ortaya çıkmasına da sebep olabilir. Post-modern dönemde yapı bozuma uğrayan sanat anlayışının da yer yer bu iki unsuru aynı karede temaşa etme imkanını görebiliriz zira ortaçağ resimlerinde gökten yere inen ışık rönesansla beraber arkadan (zeminden) yükselerek “anlam”ın kaynağı yer değiştirmiştir. Ortaçağ sanatının vitalist/pagancı tavrı içindeki “anlam” delileri hayatın bir parçası halindeyken , modernleşen dönemde onları tümüyle tecrit eden, kapatan, dışlayan, toplum ve anlayışa karşı “modern sanat” yeni bir taarruz başlatarak bu yeni ve formelleşen yığınsallığın içerisinde “ben idrakini” muhafaza etmek adına yeni bir taarruz başlatmıştır.
Bu mekanik ilerlemenin bunalımının ve varoluşsal çığlığına edebiyatda Sartre veya Camus gibi yazarlar eşlik ederken Haneke de kadrajını adeta Heidegger’in kulübesine yerleştirmiş ve dahi varoluşsal krizlere, teknik ve mekanik kirliliğe, modern medeniyetin savruk yanlarına Heidegger’in “inziva”yı imgeleyen kulübesinden bakmayı bilmiştir. Filmlerinde, burjuva hayatı içerisinde bolluğun kuruttuğu anlam ve körelen idraklerin yapamadığı müfaafaayı saldıran hayat karşısında filmleri vasıtasıyla yapmıştır ve bu müdafada kimi zaman kendince anormal davranış ve duyguların, şiddetin, anominin, sadistik davranışların vasıtasıyla ya da sonuçlanmasıyla gerçekleşmiştir.
Modernite tünelinden çıkarken yitirilen “anlam”ı “inanc”a tahvil eden René Guénon, Roger Garody gibi aydınlar modernliğin çöküşünü ilan ederek “aşkın”lıkla kurtulacak devrin özelliklerini eserlerinde anlatarak bir yol gösterici mesabesinde durmuşlardır. Tam aksi bir düşünüş olarak “nihilizm”e sürüklenen aydınlar da “Civilisation” iddiasıyla dünyaya örneklik teşkil etme iddiasında olan Batı’nın -Edward Said’in de gösterdiği- vicdan muhasebesine “hiçci” menzillere taşımışlardır.
Tüketim Toplumunda kaybolmuş bireylerin ve gömülü karakterlerin görünenin ötesinde çok daha geniş bir ard alanı olduğunu ve ontolojik krizleri sahneleyen filmlerinin karakterleri adeta Batı’nın yaşadığı dönüşümle Pozitivist ideolojinin imale uğraştığı “tek tip birey” sorunsalını çoğulcu (pluraliste) bakışıyla alt üst ederek kartezyen aklın açıları arasında kaybolan “ferd”i çok daha rigide yöne sahip karakterlerle tekrar bulma çabasına girişmiştir.
Tarkovski’nin daha imgesel ve ağdalı olarak aksettirdiği varoluşsal sancıları Haneke gündelik hayatın çeperlerinde gezinerek “olağan”ın akışı içerisinde göz önüne sermiş ve küçük açılarla büyük sapmalara doğru izleyiciyi sarsıcı atmosferine dahil etmiştir. Son olarak Batı insanın modern ile berkitilmiş taarruzlara karşı müdafaasının çarpık sonuçlarını en iyi İsmet Özel’in şu dizeleri tasvir edecektir:
“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin”